- Evrene dileklerini gönderirken net ifadeler kullanmamış olabilirim
- Dilekler tutulurken alkol seviyemin bir hayli yüksek olduğundan beni ciddiye almamış olabilirler
- Evrenin bana kastı var
- Dileklerimin gerçekleşmesi için yeterince girişimci davranmamış olabilirim
- Gezegenler bu sene oynadıkları futbol maçında golü bulmaktansa sürekli faul yaptılar, kırmızı kartı da ben gördüm
- 11.11.11 sandığımız öneme sahip değilmiş
- Mayalıların takvimi 21.12.2012’de bitiyor diye telaşa kapılıp gereğinden fazla dilekte bulunmuş olabilirim, ne de olsa yaşamak istediğim çok şey var daha…
- Milenyuma girerken iletişim ağı çökecek demişlerdi, bi halt olmamıştı, 2011’e girerken de bi halt olmadı ama “overload” nedeniyle benim mesajlar ulaşmamış olabilir
- Saat 00:00’da Twitter ve Facebook üzerinde yeni yılı kutlamayı tercih ettiğim için bana kızmış olabilir evren.
24 Kasım 2011 Perşembe
Peh, sana evren!
3 Kasım 2011 Perşembe
Dersleri bitmek bilmeyen bir hayattan nameler...
30 Eylül 2011 Cuma
Bu akşam size bir hikaye anlatacam…
4 Eylül 2011 Pazar
Bu kadar kolay işte aslında...
29 Ağustos 2011 Pazartesi
Aşk dediğin tarz meselesiymiş meğer...
Az önce birileriyle konuşurken öğrendim ki aşkın bir tarzı olmalıymış. Yani önüne gelene aşık olmayacakmışsın. Hep aynı tarz insanlara beğeniyle bakacakmışsın. Eh benim tarzım yok o halde. Beni en etkileyen gözler ve gülüştür, ama aşık olmamı sağlayan da sadece ufacık bir ‘an’dır aslında. Güzel bakan, gözlerinin içi gülen, hayata mutlu bakan, gözleri neşeyle parıldayan, bir kahkaha ile dünyayı sarsabilen cinsten olanlar. Bunlar bi de o ‘an’la birleşirse değmeyin aşkın keyfine...
‘Hayatta bir duruşun olduğu gibi aşkta da bir duruşun olmalı’ diye bir cümle duyunca, açıkçası kala kaldım. Elbette önüne gelene aşık olmuyor insan, ama kendi adıma aşık olduğum kişiyi seçebildiğimi de pek söyleyemem. Bu yüzdendir ki uzun süredir aşka dair söylenen belirtilerin nasıl yaşandığını unutmam. Tam aşık oldum dediğim anda bi de bakıyorum ki o belirtilerden eser yok! Meğer aşık olmamışım deyip sıradakini beklemeye başlıyorum.
İnsan her gün, her hafta, her ay aşık olmaz ki dediğinizi duyar gibiyim. Evet, olmaz elbette! O ‘an’lar çok nadirdir, o ‘an’lar ender bulunur! Bulunduğunda da değeri bilinmeli! Ancak yaşadığımız çevrede bu değeri bilen var, bilmeyen var! Ve sanırım bilmeyenlerin sayısı oldukça yüksek! Neyse konu bu değil!
Sanırım insan ‘biraz’ da kafasında, yalnızlığında, yatağında yarattığı kişiye aşık oluyor. Gerçeğinde ise hayalini kurduklarını bulamayınca sükut-u hayal nüksediyor. Hayal kurmadan da yaşanmaz ki kardeşim! Hayallerdir beni mutlu eden, hayallerin gerçek olmasıdır beni uçuran.
Uzun lafın kısası; bana göre aşkın tarzı yoktur! Olsa olsa aşık olma tarzı vardır!
Aşkın, hayalin, mutluluğun tavan yaptığı bol günler dilerim!
Yeri gelmişken söyleyeyim; uzun süren aşk itirafları usandırır! Ama bu da başka bir yazı konusu olsun ;)
1 Ağustos 2011 Pazartesi
Ey İstanbulum ey....
24 Temmuz 2011 Pazar
Kızlar Meclisi...
Masada konuşulan masada kalıyor! Arada bir masayı ziyaret eden erkek sinekler oluyor, vızıldayıp kaçıyorlar kısa süre sonra. En anlayışlısı, en mantıklısı, en zekisi dahi dayanamıyor meclise. Ancak ara sıra da olsa uğrayıp meclisin durumunu kontrol etmeyi de ihmal etmiyorlar. ‘Sözüm meclisten dışarı’ bizim için yeni bir anlam kazanıyor.
28 Haziran 2011 Salı
“Süper”kadın’lıktan istifa ediyorum!!!
20 Haziran 2011 Pazartesi
5’inden biri eksik olsaydı???
8 Haziran 2011 Çarşamba
Başarılara yenilerini katamamanın başarısı
3 Haziran 2011 Cuma
Toy Story 3'ün kafası ayrı bi kafa...
25 Mayıs 2011 Çarşamba
Tadından yenmeyen yaz aşkları...
23 Mayıs 2011 Pazartesi
Aşkın tadı çocukluk aşkımda kaldı...
20 Mayıs 2011 Cuma
Enerjisi düşük günlerden biri
6 Mayıs 2011 Cuma
ismini siz koyun!
Herşey, herkes üst üste geliyor. Nefes almak acı verir, prangalar kaçışınızı engeller, boynunuzdaki ip ise dönme dolapta dolanır hissiyatı verir. Varlığınızı sorgular, hayatı sevmez hale gelir, gelecekteki ışık yok olur, ümitler yüzmeyi öğrenir ve daha nice olumsuzluklar sıralanabilir.
‘Kop ta gel’ diyenler bol olur, ama asıl ihtiyacınız olan düşünceler kütüphanenizin yeniden düzenlenmesidir. Bazı kitapların okunmuş sayılıp rafa kaldırılması, bazıların ise heyecanla sayfaları çevrilmesidir ve belki de yeniden okunmasıdır.
Bu sabah kitap raflarıma baktım. Orada 100’lerce kitap duruyor. Hepsiyle çok keyifli veya heyecanlı dakikalar geçirdim. Bazıları beni çok güldürdü, bazıları ise fena hüzünlendirdi. Ama hepsi teker teker çok özel oldu. Ev değiştirirken yerinden kalkmayan nice kitap kolilerini kendim taşıdım, sadece onların başına bir şey gelmesin diye.
17 Nisan 2011 Pazar
On & Off'lu yas tutmaca
Artık sanırım alıştım, her sene 1-2 kere birilerini hayatımdan çıkarıp yasını tutmasam çatlarım. Yanlış anlaşılmasın, kimse ölmüyor aslında! Sadece ben yitiriyorum ve yasını tutuyorum. Herkes iyi olmaya devam ediyor!
Yine ve yeniden yas vakti geldi. O veya şu sebepten dolayı birisini yitirdim yine. Yakın çevremdeki insanlar bilir. İçimde “on” ve “off” düğmesi vardır. “On” konumundayken bendeki değişiklik gözle görülür fark edilir. Doğal olarak “off” konumu da kendini zıt kutuplarda belli eder.
“on” konumu belirtiler:- hep neşeli
- hep bakımlı
- hep eğlenceli
- hep dışarıda
- hep konuşkan
- hep ilgili
- bol müzik, bol eller havaya tribi, bol gülmece
- bol Yüksek Sadakat-Haydi gel içelim
- kısaca “optimist” takılmaca
“off” konumu belirtiler:
- daimi suskun
- daimi hüzünlü
- daimi bakımsız
- daimi eve kapalı
- daimi soru işaretleri
- daimi ilgi ihtiyacı
- bol şarap, bol resim yapma, bol ağlaklık
- bol Nev-Zor
- kısaca “Weltschmerz” sendromu yüksek
Bir de arada kalan bir modum vardır. İpini koparmış köpek gibi ortalarda dolanırım, nedeni ise belirsizdir. Ben bile kendimi bu moda geçtiğimde tanımakta, anlamakta zorlanırım. “Çevredekilere verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dileriz” modeli oluveriyorum.
Sen ne dayanılmazmışsın demeyin. Tüm bu saydığım özelliklerimin yanı sıra bolca olumlu yanlarım da var. Onları keşfetmek size düşer ;)
Neyse gelgelelim “on”dan “off”a geçme konusuna, yani yas tutma sürecine. Bu aralar öyle gereken bir sürece girdim. Yani birilerini gömüp üzerine bol toprak atıp, yoluma devam etme zamanı. Evet, çok keskin ve kesin yargılardayım, ancak böyle olmasam varlığımı yitiririm. Nefes alamaz olurum. Bu da kendimi koruma mekanizmam diyelim.
“Off” konumu her zaman kötü anlama gelmez. Bazen de kendim için doğru olan, iyi olan budur.
İyi olduğunu düşündüğümden “off”a geçiyorum! Rahatsız etmeyin!
“On”a geçmeye hazır olduğumda bir e-ferman ile ilan ederim ne de olsa…
14 Nisan 2011 Perşembe
Ruh Emiciler öptü beni
Bugün Harry Potter’daki Ruh Emiciler beni öpüp de içimdeki tüm güzellikleri, iyilikleri beraberinde alıp götürmüş gibi hissettim. Bir taraftan ruhum orgazmik hareketler içerisindeyken, diğer taraftan kendimi telkin etme çalışıyorum. Herşey güzel olacak, yine eski günler geri dönecek. Harry Potter Expecto Patronum büyüsünü kullanırdı, ben ise sevgi ile savmaya çalıştım.
11 Ocak 2011 Salı
“Thinking of you” yeterli oluyor bazen
Bugün tesadüfen bir düşünme/telepati kurma tekniği öğrendim. Daha doğrusu hepimizin bildiği, ama belki de çoğumuzun farkında olmadığı bir teknik. Bir örnekle anlatacam.
Sokakta yürürüz bazen ve yanımızdan geçen birini sevdiğimiz ama epeydir görmediğimiz birine benzetiriz. Ancak o olmadığını fark edip yolumuza devam ederiz. Bazılarımız o kişiyi düşünmeye devam eder bir süre, bazılarımız sadece kişi anmakla yetinir. Üzerinden uzun bir süre geçmeden gördüğümüzü sandığımız bu kişiden haber alırız. Ya gerçekten karşılaşırız, ya da ansızın bir telefon geliverir.
İşte bu aslında bir teknikmiş. O kişiyle telepatik bağ kurarmışız aslında o an.
Belki teknik olarak farkında değiliz, belki de bazılarımız bilerek uyguluyor bu tekniği. Son dönemlerde birini düşünürken başıma geldi. İlkin farkında olmaksızın bağ kurup yanıma getirebildim. Sonraları ise bilinçli olarak uyguladım ve gerçekten çalışıyor olduğunu gördüm. Her çalıştığında evrene teşekkürümü de bir borç bildim. Bir kez daha teşekkür ederim.
Giriş-çıkış serbest!
Hayatımıza bir sürü insan girer ve çıkar. Evrenin bu insanları hayatımıza bilinçli olarak gönderdiğini ve çıkardığına inanıyorum. Kendi adıma bu böyle! Hayatıma giren insanların hayatlarında mutlaka çözmem veya dinlemem gereken bir problem vb. oluyor. Hep derim ya ben dert küpüyüm diye! Ansızın insanlar bana dertlerini anlatmaya başlarlar, tanımadıklarım bile! Yılbaşına yakın bir zamanda bu yine başıma geldi. Ben artık şaşırmıyorum. İyi bir dinleyiciyim, iyi bir yönlendirici olduğumu pek söyleyemesem de! Sanırım psikolog olsaydım epey başarılı olurdum, bu şekilde amme hizmeti veriyorum ;). Şikayet etmiyorum, asla! Sadece saptıyorum! Eskiden gidenlerin arkasından çok üzülürdüm, artık üzülmemeyi çıkanların bir nedenin olduğunu öğrendim. Hayatımda yer alması gerekenler zaten kalıcı oluyorlar.
Yeni tanıştığım birisinin hayatımda ne gibi bir yeri olacağını anlayabiliyorum çoğunlukla (bazen ters köşeye yattığım da oluyor tabii). Biraz da benim/onun izin verdiğiyle gelişiyor olaylar elbette. Ama karşımdaki insanın iyi bir ruha sahip olup olmadığını sezebiliyorum. Bana iyi gelmeyecek ruhlarla bir arada durmamaya çalışıyorum. Diğerleri yaşanması gerektiği için yaşanıyor zaten.
Geçenlerde bir tanıdığım bana şöyle dedi: “Ne kadar güzel bir Auran olduğunun farkında mısın? İçeri girdiğin anda inanılmaz bir ışık saçıyorsun.” Evet, ben farkındayım ama farkında olması gerekenler değil maalesef ;), ama teşekkür ederim, son dönemlerde duyduğum en güzel şeylerden biriydi.
Bizler güzel ruhlarız, seçilmiş ruhlarız belki de!
5 Ocak 2011 Çarşamba
15. Gün – New York’ta son gün
Sabah kalkıp bavullarımızı hazırlıyoruz. Bavulları emanete verip sokaklara atıyoruz kendimizi. Magnolia Bakery’e uğrayıp Pudding’imizi alıyoruz. Muhteşem bir tad, harika orgazm yaşıyoruz Pudding’le ;)
Artık New York’tan ayrılma vakti geldi. Taksiye binip havalimanına gidiyorum. JFK’ye varıyorum. Tabii tahmin edeceğiniz üzere havalimanı ana baba günü. Bizim uçak ise full’un ötesinde dönüyor. Halbuki Pazartesi gününe özellikle almıştım, uçak nispeten boş olur diye düşünmüştüm. Ama nafile. Exit koltuklarında ortaya düşüyorum. Hayatımın en rahatsız 9 saatini geçiriyorum. Tam zamanında İstanbul’a varıyorum.
Çok özlemişim İstanbul’umu =))
14. Gün – New York
Bu sabah Kader ve Barış’la başbaşayayız. Anıl ve Ebru bugün dönüyorlar. Biz ise önce Kader’in bir arkadaşıyla buluşuyoruz. Onunla biraz vakit geçirip ardından kendimizi SoHo’ya atıyoruz. Broome Street’e epeyce vakit geçiriyoruz. Sonra China Town’a geçiyoruz. Oradan markasını yazmayacağım çakma gümüş takılar almak istiyoruz. Önce aradıklarımızı bulamıyoruz, her sorduğumuz bizi kuytu bir köşeye çeken biri çeketini açıyor ve yüzlerce kolye, bilezik gösteriyor. Ancak kaliteleri çok kötü olduğundan almıyoruz. Sonunda bir dükkan buluyoruz. Önce çekimser olan satıcılar, alacağımız miktarı duyunca bize cevherleri gösteriyorlar. Seçerken bi anda kaybolun kaybolun emri geliyor. Satıcı bizi aldığı gibi arka odalara sokuyor. Hani Amerikan filmlerinden bildiğimiz sahneler var ya, oda içinden oda açılır. Beklemediğiniz duvar kapı olur. Aynı sahneleri yaşıyoruz. Kader’le birlikte koyuluyoruz pazarlık yapmaya. 15 dolar dediği fiyatı sonunda 8’e bırakmaya razı geliyoruz. Sonra ön tarafın müsait olduğunu öğreniyoruz ve yeniden dışarı çıkıyoruz.
Akşam için Kader’in başka bir arkadaşıyla buluşmaya gidiyoruz, ancak buluşma noktasına vardığımızda hepimiz çok acıkmıştık. Kader ve arkadaşı Time Square’deki Mariott Marquis’in The View ismindeki döner dolap barına çıkıyor. Bizler ise Barış’ın geldiğinden beri sayıkladığı Pizzacıya gidiyoruz. Gerçekten de sayıkladığı kadar varmış. Karnımız tok sırtımız pek olarak bizde katılıyoruz diğerlerine. Artık hepimizin uykusu gelmiş günün yorgunluğundan. Otele gidiyoruz, ama odaya vardığımızda Apple Store’a gitmeye karar veriyoruz. Gecenin saat 1’inde Apple Store’da buluyoruz kendimizi. Ufak bir alışveriş yapıp çıkıyoruz. Çıkarken bizimle birlikte asansöre binen sarhoş bir çift var. Asansörden inip otelin yolunu tuttuğumuzda bi andan çocuğu arkamda birşeyler yaparken buluyorum. Problem yaşamak istemiyorsan çekil arkamdan diyorum. O anda kız giriyor devreye, çok sarhoş arkadaşım kusura bakmayın deyip bizimle muhabete başlıyor. Nerden geldiniz, ne iş yaparsınız vs. Neyse öğreniyoruz ki ikisinin ilk date’ymiş, çok sarhoş olmuşlar. Falan işte!
Yollarımızı onlardan ayırıp otel yollundaki Duane Reade’e giriyoruz. Ufak bir alışveriş yapıp dönüyoruz otelimize.