24 Kasım 2011 Perşembe

Peh, sana evren!


328 gün önce bu saatlerde bir yığın dileklerde bulunmuştum… Kendimce 2011’in çok uğurlu olacağına inanmıştım. 365 günü ardımızda bırakmamıza 37 gün kala ise dileklerimin hiç birinin gerçekleşmediğini fark ettim. Dilekler muhasebesi yaparken, dilek sonuç ilişkisinin başarısızlığını şu şekilde sıraladım:

  • Evrene dileklerini gönderirken net ifadeler kullanmamış olabilirim
  • Dilekler tutulurken alkol seviyemin bir hayli yüksek olduğundan beni ciddiye almamış olabilirler
  • Evrenin bana kastı var
  • Dileklerimin gerçekleşmesi için yeterince girişimci davranmamış olabilirim
  • Gezegenler bu sene oynadıkları futbol maçında golü bulmaktansa sürekli faul yaptılar, kırmızı kartı da ben gördüm
  • 11.11.11 sandığımız öneme sahip değilmiş
  • Mayalıların takvimi 21.12.2012’de bitiyor diye telaşa kapılıp gereğinden fazla dilekte bulunmuş olabilirim, ne de olsa yaşamak istediğim çok şey var daha…
  • Milenyuma girerken iletişim ağı çökecek demişlerdi, bi halt olmamıştı, 2011’e girerken de bi halt olmadı ama “overload” nedeniyle benim mesajlar ulaşmamış olabilir
  • Saat 00:00’da Twitter ve Facebook üzerinde yeni yılı kutlamayı tercih ettiğim için bana kızmış olabilir evren.

İşte bunlar ilk aklıma gelen sebepler…

Ama doğru, ama yanlış 2011 bana pek bi sevecen gelmedi. Aslında sadece pesimist yaklaşmasam bana kazandırdığı huzuru, hayatıma kattığı yeni insanları, eski dostlarımla yeniden bir araya gelişimi, bol kahkaha dolu anları, yıllarca öğrenmek istediğim saksafona sonunda başlamam gibi bir takım güzel yanlarını da görebilecem. Neyse ki optimist yaklaşıp herşey toz pembe görememe özelliğine sahibim.

“Sevgili Evren, buradan sana sesleniyorum. Herkesten önce, hemde tam 37 gün önce… sana hazırladığım dilek listesini lütfen artık işleme al. Bunca sene beni duyacan diye bekledim, bi türlü yükseltemedim sesimi sana, ama artık yeterli olduğunu düşünüyorum. 21.12.2012 tarihinden önce bi el at da elbirliğiyle şu dileklerim bi gerçek olsun. Yorulma, ‘overload’ olma, vaktin olsun, gezegenleri ayarlayabil diye sana epeyce zaman tanıyorum. Yok, hala haledemem diyorsan 2013’te seninle konuşmayacam, küsecem sana… bunu da bilesin hani! Anlayışın için şimdiden teşekkür eder, esenlikler dilerim. Not: Dilek listemi baş ucumda bulabilirsin. Bir dileyen alias Şebo”

Evrenle anlaşmamızı da yaptığımıza göre bana iyi geceler dileyip sizin dileklerinin bir an evvel gerçek olmasını dilemek kalır.

3 Kasım 2011 Perşembe

Dersleri bitmek bilmeyen bir hayattan nameler...


En son 19 yaşlarındayken böyle bir ders aldığımı sanmıştım, ancak yeniden ders alma zamanıymış. Uzun süredir ‘tanıdığım’ bir insan vardı. Aslında resmi olarak tanışmıyorduk, çevremdeki insanlardan tanıyordum ve arada sırada aynı ortama düşüyorduk.

Bulunduğum ortama adım atmasıyla ortamı terk edesim gelirdi. Sevmezdim, ukala bulurdum, öfleyip pöflemeye başlardım, hatta kendisine küfrettiğim de olmuştur. Hani tabiri caiz ise ‘g…ümle sallamazdım’. Sanki o pek farkındaydı da… ama işte öyleydi! Enerjisini sevmezdim, duvarlı olduğunu ve Cihangir’in ‘en’leri arasında yer aldığını düşünürdüm ki zaten bu konuda yanılmamışım da ;)

Özeleştiri yaptığımda aslında durumun farklı olduğunu anladım. O dönemde birlikte olduğu bir kız arkadaşı vardı ve bu sayede şehir/semt efsanesine dönüşmüştü. Belki de kıskançlık, belki de özlemdi bu hissiyatları tetikleyen.

Aradan seneler geçti, ben elimi ayağımı kestiğim Cihangir’e yeniden döndüm. Bu sefer resmi olarak tanıştım bu insanla. Hatta öyle ki her gün görüştüğüm bir insan haline geldi. Tanışmamdan kısa bir süre sonra günah çıkarıp geçmişte kendisine duyduğum nefretten ötürü özür diledim. Bol kahkaha, bol utanç dolu anlar, bol yüz kızarıklığı sonrasında sanırım kendisi de beni anladı.

En son 19 yaşında aldığımı sandığım bir dersle yüzleştirdi beni bu insan. Bir kez daha anladım; tanımadığım bir insana karşı oluşturduğum önyargının ne denli yanlış olduğunu!

Geçmişte hissettiklerimin aksine karşımda bulduğum insanı özetlersem; bugün hayatımdan yok olmasını istemediğim bir insan haline geldi. Sert gibi görünse de içinde bir yerlerde yumuşacık, dışarıdan göründüğü kadar playboy değil desem de inanmayın (fazlasıyla var;)). Güzel bir dost, iyi bir dinleyici, biraz ağabey, biraz kardeş, biraz deli, ama bi o kadar ayakları yere basan, bugün bir kez daha fark ettiğim üzere beni fazlasıyla sakinleştirebilen bir ses tonuna sahip, biraz korkak, biraz cesur, fazlasıyla duyarlı, etrafıyla ilgili bir insan işte.

Anlattığı hikayeleriyle beni her daim güldürebilen bu insan gülmediğinde pek bi içim buruluyor. Hep gülsün, hep mutlu olsun istediğim bir insan haline geldi. Kendisi farkında olmasa da, bu sefer de eksiden fırlayıp çok fazla artıya geçti. Hep de o artı tarafta kalmasını umuyorum.

Utançla ve bir nevi gururla söylüyorum; bu insanı pek bi sevdim ve bundan önceki düşüncelerimi bu kadar kolay yıkabildiği için kendisini tebrik ediyorum. Ha, yeri gelmişken söyleyeyim hiç kimseye bu kadar kolay kendisini sevdiğimi söylemiştim. Ama bu da günah çıkarmanın bir parçası olduğunu varsayalım.

Umarım sizin de hayatınızda önyargılarınızı bu denli hızlı ve kolay yıkabilecek insanlar olur. Hatta ‘önyargınız olmaması ümidiyle’ demek daha doğru olacak sanki…

“Bana verdiğin ders için bir kez daha teşekkür ederim, hep yanımda yakınımda olman dileğiyle…”