22 Kasım 2009 Pazar

İçimdeki çocukla detoks kavgası!!!


Hazır değilim aslında, hala içimdeki çocukla kavgam var, hala birbirimizi zıt görüşlerde ikna etmeye çalışıyoruz. Mantığım noktalamalısın dese de, kıyamıyorum. Hergün kendime tutunacak başka bir dal arıyorum. Dalların elimin altından çıtırdayarak kayıp gitmesine engel olamıyorum. Çoğu zaman kendimi haklı görsem de, acabalarla dolu sorular var aklımda. Soruların arkasına ünlemler koyamıyorum hala! Anlaşılan yakın bir zamanda ünlemler yerini bulamayacak da!

Hayatımın detokslara ihtiyacı var. Ruhumun, kalbimin, aklımın arınmasını, doğruları kendiliğinden bulmasını istiyorum. Zaman zaman o kadar karışıyor, o kadar içinden çıkılmaz bir hal alıyorlar ki, ben bile kendime zor dayanıyorum. İstemesem de kendimi kavgaların ortasında buluyorum. Kaçışlar arıyorum, çıkmaz yollara girip çıkıyorum, ama sonuç hep aynı şeyleri işaret ediyor.

Belki de aptallık ediyorum, belki de içimdeki çocuğu dinlemeliyim, belki herşeyi akışına bırakmalıyım, zaman tanımalıyım belki de. Ama acıtıyor inan ki, hem de çok!

Verdiğim değerin kırıntısını cevap olarak alamamak, özenin özentisiz kalması, attığım çığlıkların yankılanmaması, eylemlerin önemsiz gibi görünmesi çok acıtıyor.

Çok büyük bir beklentim yok ki! Sadece huzur istiyorum! Kavgalardan, korkulardan, gürültüden, kaçışmalardan, kovalamacalardan, sahte tebessümlerden, maskelemelerden uzakta olmak istiyorum.

Meğer çok şey istiyormuşum, varolmayan erdemler arıyormuşum!

Öğrenmenin yaşı yoktur derler ya hani... evet gerçekten de yokmuş! Bunları bugünlerde öğrenmeliymişim, hem de çok acıtan bir yöntemle.

Birinci detoksumu gerçekleştiriyorum... Ardı kesilmesi dileğiyle!!!

18 Kasım 2009 Çarşamba

Gecelerde ararken...

Önümden geçtin bugün, içim buruldu
Fırtınalar eşliğinde yaşadığımız günler yansıdı yüreğime
Yansımalar gök kuşağı gibi renkli ve göz alıcı olsa da geçicidir
Tıpkı yaşadılarımız gibi

Gecelerde ararken, gündüzlerde kaybetmişim seni
Gecelerde bulduklarım beni hep kırmıştır zaten
Seninle gündüzler de eklendi enkaz ruhuma

Böyle olmasını biz tercih ettik, bizim kararımız oldu
Mutlu gecelerde bile oyunlar oynadık
Kötü oyunlara iyi maskeler takmayı öğrettin bana
Maskeleri çıkarıp gerçeklerle yüzleşmedik hiç

Yüzleşseysik saf kaçışmalara dönüşürdü belki de
Deneseydik bugün nerelerde olurduk diye soruyorum
Aynı dünyanın içinde soluk alabilir miydik
Yoksa nefesimiz mi kesilirdi

Gecelerde ararken, gündüzlerde kaybetmişim seni
Gecelerde bulduklarım beni hep kırmıştır zaten
Seninle gündüzler de eklendi enkaz ruhuma

Bu dersi de almam gerekiyormuş
Bu notum da kırıkmış meğer
Bundan sonra derslerimi iyi çalışıp girecem derslere
Notum yine kırık gelirse, suçu kimse de kendimde arıyacam.

3 Kasım 2009 Salı

Tribute to Defne

Defnem, canım, my little sunshine,

Seninle tanışalı kaç yıl oldu hatırlamıyorum tam. Yanlış hesaplamadıysam 18 yıl kadar olmuş olmalı. Yani arkadaşlığımız reşitlik yaşına ulaşmış. Bundan sonra çılgın yaşları başlayacak sanırım ;).

Geçen bu yıllarda hayatıma o kadar çok insan girdi çıktı ki, sayısını dahi hatırlamıyorum. Bazıları hayatımda kalmayı başardı, bazıları iz bırakıp gitti, bazıları ise yaralayıp yok oldu. Hep savaş verdim, her insan önemlidir, her insanın bana katacağı birşeyleri olduğuna inandım. Öyle olmadığını geç de olsa farkettim. Bazı insanların hayatımda olmamasının daha sağlıklı olduğunu senden öğrendim.

Gelelim sana ve bu yazının nedenine...

Defnem ya sen hep beni anladın, ben bile kendimi anlamakta zorluk çekerken, bunu nasıl başardın bilmiyorum. Hep bana nasıl davranman gerektiğini çok iyi bildin, hep doğru yönlendirdin (bazı duygusal mevzular hariç tabii ;)), hep dürüst oldun, hep yanında tuttun beni, hiç ama hiç bir kerecik bile kırmadın. Bunun için sana çok teşekkür ederim, my little sunshine!

Arkadaşlarımla daha doğrusu dostlarımla sınandığım, gecelerde karabasanlarla kavga ettiğim bugünlerde senin hayatımdaki öneminin bir kez daha farkına vardım. Sözlü değil yazılı olarak kendimi daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum, bu yüzden de yazılar yazıyorum, ama sana bir kere bile yazı yazmamışım . İşte yazının nedeni de...

Sana boşuna my little sunshine diye hitap etmiyorum bunu biliyorsun değil mi? Seni her gördüğümde içim ısınıyor, hep kendimi iyi hisediyorum. Çünkü biliyorum ki beni gerçekten koşulsuz, sorgusuz, sualsiz, yargısız seven bir insan var karşımda. Bana verdiğin bu güzel duyguların bir kırıntısını bile iade edebiliyorsam ne mutlu bana.

Güzel şeyler yazmak gerçekten zormuş, olumsuzlukları ifade etmek daha kolay oluyormuş.

Aslında sana söyleyebileceğim daha binlerce şey var, ama bundan sonrası yavşamaya girer diye endişe ediyorum ;)

Seni çok ama çok seviyorum!

Hep hayatımda olmaya devam et, tamam mı?

Bi de şu reşit arkadaşlığımızla ilgili bir önerim var, sana bi ara anlatıcam ;))

17 Ağustos 2009 Pazartesi

İstanbul vs. Bodrum


İstanbul dünyanın sayılı güzel şehirlerinden biri benim için. Doğup büyüdüğüm, anılarımın, ailemin ve arkadaşlarımın bulunduğu ortamı terk edip yepyeni, heyecan verici, nefes kesici hatta o zamanlar düşündüğüm üzere Nirvana’ya ulaşacağımı düşündüğüm şehir İstanbul!!!


İstanbul’a geleli 11 sene olmuş ve gerçekten bunca zaman ne ara geçti, bu kadar zamanda yaşananlar ne kadar hızlı yaşandı bilmiyorum. Henüz bir gün bile İstanbul’a yerleştiğim için pişman olmadım, umarım bundan sonra da olmam!


Ancak bu güzeller güzeli şehrin karşısında bir şehir daha duruyor!!! Daha önceki yazımda da bahsettiğim Bodrum da bana en az İstanbul kadar heyecan veriyor. Zamandan bahsederken Bodrum’daki zaman akışını nasıl hisettiğimi anlatmaya çalışacam. Bodrum’da zaman sanki duruyor diyecem, tabii ki durmuyor! Ancak hissiyatım zamanın durduğu yönünde... İtirazlarını yine duyar gibiyim!!! Peki o zaman daha yavaş akıyor diyelim... Aslında öyle hisediyorum sadece ama dönüp arkama baktığımda zamanın İstanbul’dan da hızlı aktığını farkediyorum.


Bi tarafta nefes kesen bir metropol, diğer tarafta zamanı yavaşlatan bir kasaba (tamam şehirrrrr!!!)... Karar ver desen ikisinden de vazgeçemem... İkisinin de hayatımda çok önemi var. İkisinin de verdiği farklı heyecanlar var. İkisinin de bana yaşattığı duygular çok farklı!!!


Anlık tercihler yapabilirim ancak. Keşke anlık yaşayabilsem :(


Kurumsal hayata geridönüş nedeniyle zoraki olarak İstanbul döndüm :(

Halbuki keyfekeder dönsem daha bi süre dönmezdim.


Neyse kendimi yazarak daha da üzmeyeyim ;)


Her güzel şeyin bir bitişi var, deyip İstanbul’un keyifine varalım...


Sevgiyle kalın

29 Mayıs 2009 Cuma

Bodrum...

MFÖ’nün Bodrum Bodrum şarkısı aslında ne de güzel özetliyor!!!

Bodrum benim yeniden doğduğumu hisettiğim nadir yerlerden biri...

Çok özlemiştim, uzun zamandır görmemiştim... candostumla ani bir karar alıp atlayıp gittik... Hazırlıklarımızı yaptığımı bir gün boyunca yüzümüzdeki tebessüm mutluluğumuzun, huzurlu oluşumuzun en belirgin işaretiydi... Daha havalimanına ayak bastığımız andan itibaren havasına suyuna taparak geldiğimiz Bodrum’un tadını çıkardık... Sadece 4 günlüğüne gittik, ama sanki bir ömür geçirecekmişiz gibiydik...

İlk gün keyifi...
Biraz çekimser olarak attık kendimizi deniz kenarına... henüz Mayıs ortasındayız acaba denize girilebilinir mi??? Evet giriliyordu... Serindi, ama daha suya atlamamızla birlikte tabir edilemez bir duyguydu... Sonraki saatlerin nasıl geçtiğini anlamadık... Akşamüstü ise kendimizi eve atıp hazırlanarak Bodrum şehir merkezine attık...
Bu mevsimde Bodrum pek kalabalık olmaz diye düşünüyorduk, ancak gördük ki Bodrum müdavimleri doluşmuş bile... Arkadaşımızın yanına gidip Bodrum sahilinde yemek, şarap eşliğinde bi taraftan Bodrum kalesinin ışıklanmasını izlerken diğer taraftan Halikarnas’ın ışık oyunlarını izledik... Çok huzurluyduk... Öyle ki meşhur gece yaşamına dalamadan kendimizi evin yolunda bulduk...

Sonraki günlerin keyifi...
Bodrum’u maksimum yaşamak için uykusuzluğa bile razı geldik... Daha yataktan kalktığımız gibi kendimizi deniz kenarına attık... Tavla, bira, deniz, arkadaşlar, dedikodular, kahkahalar, geyikler gırla ilerledik... Bir telefonla keyif katsayımızı arttırmanın yolunu bulduk... Tıpkı bizim gibi Bodrum’a kaçan sevgili arkadaşlarımız bizi alıp Gümüşlük’e götürecekti... Yolda karar değiştirip kendimizi Yalıkavak’ta muhteşem bi balık restoranında bulduk... İstanbul’da balık rakı harika olsa da Bodrum’da güneş batımıyla birlikte balık rakının tadı bi başka güzel... Daha sonrasını pek anımsamıyoruz galiba... Son hatırladığım nokta eve dönüş yolumuzda Göksel’in yeni albümünü dans ederek dinlediğimiz hatta arabayı dans ettirdiğimiz yolculuğumuzdur... Sonraki gün de aynı bu şekilde geçerken bu sefer kendimizi gerçekten Gümüşlük’te bulduk... oturup ayaklarımızı gömdüğümüz kum üzerindeki balığın tadını hiç unutamıyorum!!! Unutamadığım bir diğer güzellik ise denizin üzerine yolculuğa yolladığımız mumlarımızdır... Dileklerimizi yerine getirmek için postalanmış bu mumların en kısa zamanda görevlerini yerine getirmesi dileğiyle =))

Son günün hüzünü!!!
Akşam saatlerinde ayrılmak zorunda olduğumuz Bodrum da sanki bize hüzünlenmişti... Yağmur yağıp yağmamak arasında kararsızdı... Bütün gün keyfini sürdüğümüz Bodrum’dan ayrılırken isteksizlik, mutsuzluk, somurtkanlık alıp başını gitti...

Bodrum böyle bir yer işte... O an ne yaşamak istersen sana yaşatabiliyor... Rahatsın, keyiflisin, kimse kimseyi kasmıyor... Seversen bir ömür boyu sürdürür aşkını... Sen tadını almayı bilirsen, sana zevklerin en güzelini yaşatır... Yeniden doğmak için daha güzel bir yer düşünemiyorum...

Bodrum’suz kalmamak ümidiyle...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Pek bi sevdim =))

Zuhal Olcay - Aşk bana zor geliyor

Aşk bana zor geliyor
Tıpkı bir baş ağrısı
Senin dediğin mi yoksa benim
Bir iktidar arenası

Aşk bana zor geliyor
zır delinin hallisi
Arar mı bugün, belki yarın
Geçti ömrün yarısı
Siyahla beyaz gibi

Geceyle gündüz farkı
Gölle deniz büyüklüğü
Kadınla erkeğin arası
Siyahla beyaz gibi
Toprakla gökyüzü
Beyinle yürek kadar uzak
Kadınla erkeğin arası
Aşk bana zor geliyor

Aşk bana zor geliyor
Gecenin en karası
Sensiz üstüne kimsesiz
Belkiyle keşkenin kavgası
Aşk bana zor geliyor

Soğuk bir mart havası
Güneştir artık özlediğim
Ne malı ne parası
Siyahla beyaz gibi
Geceyle gündüz farkı
Gölle deniz büyüklüğü
Kadınla erkeğin arası
Siyahla beyaz gibi
Toprakla gökyüzü
Beyinle yürek kadar uzak
Kadınla erkeğin arası

Aşk bana zor geliyor…

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Yaşamın yemek tarifi

Malzemeler:
400 gr. Sevinç
200 gr. Delilik
200 gr. Tad alma
100 gr. Anı yaşama
1 yemek kaşığı Paylaşım
Bir tutam Vurdum duymazlık
Bir tutam Anlayış
Aladığı kadar Sevgi



Pişirme: Önceden ısıtılmış yaşama 180 derece değişim

Hazırlanışı:
Yaşam sevincinizi bir tezgaha dökün, üzerine Delilik, Tad Alma ve Anı yaşamayı katın. İstediğiniz kıvama gelene kadar yoğurun. Elde ettiğiniz hamura Paylaşım katın. Birer tutam Vurdum duymazlık ve Anlayış da dahil edildikten sonra, alabildiği kadar Sevgiyi de dahil edip dinlenmeye bırakın. Hamurunuz yeterince kabardığında önceden ısıttığınız yaşama 180 derece değişim uygulayın.

İhtiyacı olan herkese dağıtarak afiyetle yiyin ;))

13 Mayıs 2009

12 Mayıs 2009 Salı

Kapris vs. şımarıklık!!!

Kapris aslında şimarıklık mıdır? Şımarıklıklar aslında kapris midir? Bu biraz yumarta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan sorusuna benziyor...

Biz kadınlar kapris yaptıktan sonra şımarmayı ne kadar da severiz...

Peki ya şımartmak... Zaman zaman içimizden gelir de yaparız... ya sonra??? Beklemeye başlarız, karşı taraf da bizi şımartsın!!! Aslında böyle bir beklenti içersinde olmadığımızı söylesek de içten içe bekleriz... Sanırım kadınların Venüs’ten erkeklerin Mars’tan geldikleri bu noktada netlik kazanıyor...

Asıl değinmek istediğim kadın erkek ilişkileri değildi zaten... terzi kendi söküğünü dikemediğinden bu konuları çok fazla irdelememeye karar verdi ;))

Sabah yataktan kalkıp akşam yatana kadar ne kadar çok kapris ve şımarıklık çektiğimizi farkettim geçenlerde...

Özetlemek gerekirse; sabah kalkıp arabamıza bindiğimizde önce bi araba trafikte kapris çekeriz... Hayır bu kapris değil Şebnem dediğinizi duyar gibiyim... Bana göre kapris! Varmak istediğiniz noktaya (ki sabahları genelde iş yeri oluyor bu!) otopark savaşı verdikten sonra varıp bir soluk alırız... Daha bilgisayar açılmaya çalışırken (ki genelde o da kaprislenir) günün ilk telefonu gelir... Müşteri, Alacaklı, Verecekli vs. derken bi yiğin kapris çekip kapatırız telefonu... Ve günün ilk şımartılması geliyor, ya kendi kendizi şımartıp bir çay içersiniz, ya da telefon açıp mutfaktan güzel demli bi çay istersiniz... (Yaşasın şımartıldım bugün!!!) Sonra patron-ron-ron gelir!!! Hem sever, hem döver!!! O gün rüzgar ne yönden estiğini anlamaya çalışırken kaprisler dizboyu!!! Bir telefon daha çalar, numarayı görüp arkadaşınız olduğunu farkederek telefonu sevinçle açarız... Onun da rüzgarını bi anlamaya çalışırız... Hadi o da şımartma gününde olsun (etti ikinci şımartılma!!!)

Biraz daha ileri giderek günün iş yoğunluğunu ardınızda bırakıp arkadaşınızla buluşup alışveriş dünyasına adım atarsınız... Yaşasın günün üçüncü şımartılmasına geçiyorum diye düşünürken (özellikle kadınlar için konuşuyorum, çünkü alışveriş kendimizi iyi hisettirir!!!), önce bi kaprisli satış elemanına derdinizi anlatmaya çalışırsınız, sonra denediğiniz pantolonun size yaptığı kapris!!! (hayır tabii ki de kilo almadık, sadece pantolonun kesimi size uygun değil!!! ;))

Alışveriş de tamamlandığında kendimizi şımartmak üzere bir kahve içeriz... hep de bizi bulur ya; sipariş önce bi yanlış gelir!!! Arkadaşımızla şımarıp keyif yaparken farkında olmadan günün dördüncü şımarıklığını yaşıyoruz!!!

Daha sonra eve gelip günün en keyifli şımarıklığını yapıp uykuya dalıyoruz!!! Tabii bunun öncesinde ev içersinde haletmemiz gereken bi takım işler var, bu esnada bozulduğunu farkettiğimiz alet edevatları gözardı ediyorum.

1.000.000 – 5 kapris galip geliyor!!! =(

Bu durumda şımartılmaya ciddi ihtiyaç var sanırım!!! Ben artık söylüyorum beni şımartın diye... Siz de deneyin, süper geliyor... Herkesin şımartma yöntemi farklıdır, zira şımartılma yöntemi de!!! Tabii bu arada siz de şımartmayı unutmayın ;))
(Bu noktada beni şımartan herkese milyonlarca kes teşekkür ederim, bu kaprisimi de çektiğiniz için ;)))

Kaprislerin 5, şımartılmaların 1.000.000 olduğu süper bi gün dilerim...

Sevgiler

12.05.2009

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Dostluklar

Dostluklar

Dost dediğimiz hayatımızda en güvendiğimiz kişi değil midir? Düşüncelerini, fikirlerini, duygusal dünyasını, tepkilerini, iyi günümüzü, kötü günümüzü paylaştığımız, kişiliğini en iyi tandığımızı düşündüğümüz insanlar değil midir? Aynı şekilde bizi de en iyi tanıyan insan değil midir? Hatta karşılıklı nazlarımızı, triplerimizi, kavgalarımızı en iyi çektiğimiz insan değil midir? Benim dostluk anlayışım öyledir en azından...

Son günlerde öyle olmadığını anladım. Hayat bana hep doğrusunu öğretmiştir... Yine o anlardan birini yaşıyorum...

Dost olduğunu düşündüğüm, uğruna herşeyimi verebileceğim insanlar vardı hayatımda... Sanırım yine bi detoks zamanı gelmiş farkında değilim... İnsanın hayatındaki değişimlere bile dostluk ayak uydurur diye düşünürdüm, ne de olsa bu değişim süreçleri de birlikte yaşanıyor... öyle değilmiş! 30 senelik dostluklar bile bi anda bitebildiğine göre henüz yeşeren dostlukların noktalanması çok daha olası...

Gıptayla bakıyorum dostluklarını ayakta tutabilen insanlara... hatta şapkamı önlerinde eğiyorum...umarım bu hayatta benim de başıma gelir...

İnsanın 2-3 dostu vardır diye konuşulur... benim hayatımda dost olarak adlandırdığım 2-3'den fazla insan vardı... Ve bu hiç de rahatsız, huzursuz etmiyordu... Tam tersine dost olarak adlandıracağım insanları iyi seçerek, eliyerek hayatıma dahil ediyordum... meğer beceriksizmişim...

Bundan sonra şöyle, böyle, öyle davranacam demiyorum, çünkü ben duygularımla hareket ederim... Hayatımın her anında hep duygularım beni yönlendirmiştir, bunu da değiştirmeyi düşünmüyorum. İyisiyle, kötüsüyle duygularımın yönlendirmesine ihtiyacım var... zaman zaman katı olan, zamanı geldiğinde yufka yürekli olan duygularım bana yolumda ışık tutsun... Stratejiler üzerine kurulu bir hayat beni mutsuz edeceğini düşündüğümden tercihim olmayacaktır (herhalde)...

Bu noktada hayatımdaki dostlarıma, akıl hocalarıma, hayatı benimle paylaşanlara teşekkür etmek istiyorum...

Diğerlerinize de arkadaşlıkları için çok teşekkür ederim tabii ki =))

Herkese sevgiler,

29 Mart 2009

8 Mayıs 2009 Cuma

Hakuna Matata


Swahili: Endişelenme, herşey yolunda...

Zaman zaman kendimi karamsar ve endişeli yakalıyorum... İşte o zamanlar Hakuna Matata yetişiyor hayatıma! İlk olarak Aslan Kral filminde duyduğum neşeli bir şarkı ile tanıdım bu sözleri! Aslında epeydir de unutmuştum...

Bu hafta, artık sebebi ne olduğunu bilmiyorum ama, iletişim alanında problemler var... Sanırım Merkür geriliyormuş, bu da insanları biraz endişeli kılıyor...

Beni tanıyanlar psikolojik danışmanlık yönümü bilirler... Müsadenizle ufak bir örnekle neden böyle bir ünvanım olduğunu açıklayacam...

Bir akşam grup halinde eğlenmeye çıktı... İstanbul’un en sevdiğim Hip-Hop kulüplerinden Riddim’dayız... (adını veriyorum, çünkü gidenler yaşadığım olayın ne kadar alakasız olduğunu anlayacaklar)

Gecemiz gayet keyifli ilerlerken karşı masada duran bir genç beni gözüne kestirmiş... (öyle değil yahu!!!) Yanıma geldi “Merhaba, sen beni dinleyecekmiş gibi duruyorsun” dedi... Kal gelen anlar vardır ya... İşte bana böyle bi kal geldi, bi salak salak çocuğun suratına bakakaldım... Eheee nedir problemin diye sorma gafletinde bulundum... Gecenin kalanını sevgilisi ile yaşadığı problemi dinlemekle geçirdim...

Bu ve buna benzer olaylar benim sık sık başıma gelir... Sanırım anaç bi duruşum var, halbuki bana göre sıçacak oğlak duruşum vardır... Neyse konu bu değil zaten... ;))

Hakuna matata!!!

Problemsiz yaşam felsefesi!!!

Problemler hep beni buluyor... Hayır! Bana göre problemleri hep üzerimize çekiyoruz, daha doğrusu tabii ki de problem yaşıyoruz hepimiz... ama konulara biraz daha yapıcı yaklaşmak gerekiyor sanırım... dünyanın sonu geldi tavırları daha da dibe vurduruyor...

Herşeyden önemlisi benim!!!

Egoist olmak her ne kadar kulağımıza olumsuz gelse de, bazı durumlarda egoistlik çok da yerinde bir tavır olabiliyor... Kendimize gelebilecek zararlardan korunmak önemli... Bırakın başkaları sizin yerinize dert edinsin!!!

Kendimizi ifade edemiyoruz ki!!!

En başta ben olmak üzere bütün arkadaşlarım aynı dertten muzdarip... Bir iletişimci olarak kodlar, iletiler, gürültüler vb. terimlerle durumu açıklamaktansa şu öneriyi getirecem: Karşınızdaki kişi tren seyreder gibi bakıyorsa size, sanırım konuşmak için doğru zaman değil deyin... Karşınızdaki bi anda sizi dinlemeye başlasada daha iyi bir an yakalamaya çalışın ;)))

Amacım kimseye ahkam kesmek değil, sadece fikirlerimi paylaşıyorum...

Hakuna Matata’yı unutmamanızı hergünüzü son gününüzmüş gibi yaşamanızı tavsiye ederim...

Şebnem

08.05.2009

İlişkiler

Bazen bi ilişki yaşarsınız... bazen de ilişki yaşamak için uğraşırsınız... bu ilişki, ailenizle, arkadaşlarınızla, sevdiğinizle, köpeğinizle, evinizle vs. olabilir...
bazı insanlar ilişki kurmakta zorlanmazken, bazılarımız bu ilişkiyi kurabilmek için kendince büyük çabalar gösterir ve sonunda başarısızlıkla noktalar...

Son günlerde yoğun bir gündem içinde hareket ediyorum, gözlemlediğim insanlar ve ilişkileri beni zaman zaman şaşırtıyor, sevindiriyor, hüzünlendiriyor...
Tabii bu noktada belirtmeliyim ki arkadaşlarım sağolsun beni psikolojik danışman olarak görüyorlar, bu yüzden malzeme fazlaca var... sanırım iyi bir dinleyiciyim... her zaman beklerim arkadaşlar ;)
İşte benim de duyduklarımı, hisediklerimi ve paylaşılanları filtreleme yöntemim zaman zaman yazılar yazmak oluyor...

İlişkilerden çıkardığım notlar şu şekilde:

- Erken yaşta evlenenler büyüdüklerinde kendilerini farklılaşmış olarak buluyor ve maalesef ilişkileri zedeleniyor hatta boşanma noktasına geliyor
- 30'lu yaşlarda evlenmeyi düşünenler ise artık o kadar yüksek standartlar aramaya başlıyor ki arzu ettikleri ilişkileri bulmakta zorlanıyor
- Bazı ilişkiler ise örnek alınacak kadar güzel işler, kişiler dengeleri çok iyi kurmuş, tebrik ederim
- Fedakarlıklar isteyen ilişkiler genelde tek taraflı kalmakla yetiniyor
- Mesafeli ilişkiler zorlayıcı olduğu kadar kişileri birbirine bağlayabiliyor
- Cool ilişkiler ise anlayamadığım kadar iyi işliyor, sanırım iki tarafın aldırmazlığı ilişkiyi rahatlatıyor
- Kıskançlıklara girmeyeceğim, ama temelin çok sağlam olması durumunda olabilir
- Bi de vıcık vıcık olan ilişkiler vardır ki, nasıl başarıyor insanlar hiç anlayabilmiş değilim

Bu yazdıklarıma katılmak zorunda değilsiniz, tabii ki istisnalar var... Ben sadece çevremde yaşananlardan çıkardıklarım bunlar...

Belki de ben duygusuzum, standartlarım çok yüksek vs. ama üstte bahsettiğim ilişkiler hiç de bana göre değil gibi... Büyük konuşmaktan da nefret ederim, ancak benim bi ilişkiden beklediğim çok basit: Huzur!!!
İlişki inişki çıkışlı olabilir problem değil biraz da ilişkinin tadını veriyor... ama bi ilişki benim için her zaman anlayış çerçevesinde huzur vermeli!!!

Huzurlu ilişkilerle herkesin mutluluğunu sürdürmesi dileğiyle ;))

Not: Çevreme verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim =))

Sevgiler

21 Mart 2009

Kararlarım ve ben...

Nefesim sanki bugün bensiz yolculuğa çıkmış... yanımda biri benim için nefes alışverişimi gerçekleştiriyor ve varlığını benim yerime sürdürüyor... Güneş bile bugün beni mutlu etmeye yetmiyor...

Almam gereken bir karar var... hayatımda belki de hiç birşey değiştirmeyecek, belki de çok şey değiştirecek... Kafamı yaklaşık bir aydır meşgul eden bir konu var... Ne olduğunu sormayın, söyleyemem! Kendi kendimi gereksiz yere yormaya yetiyor işte...

Kafamdaki soru işaretleri bugün çok belirgenleşti... Değer mi?, Gerek var mı?, Hazır mısın? Gerçekten öyle mi? Ya doğru değilse? Ya kendi hüsnü kuruntun ise? Peki ya yanlış kararı alırsan?

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi kararlarımı alırken duygusal davranırım... Belki de sonrasında daha az acı çekmek için kendimi rahatlatma yöntemimdir... İş hayatımda verdiğim stratejik kararları keşke özel hayatıma da uygulayabilsem... Aradaki ilintiyi kurmakta çok zorlanıyorum... hatta beceremiyorum!

Aslında daha önce birçok kez aldığım kararın bir benzerini almam gerekiyor... Sonuçlarını az çok kestirebiliyorum, ancak bir etken yüzünden bu kadar bocalıyorum...

Kararlarım, kararsızlıklarım derken günü ortaladım bile... hala bi karar almadan hemde!!!

Olacak, olacak bu sefer de doğru kararı alacam!!!

Karar dediğimiz ne ki??? Benim durumumda kendi hayatımı etkileyecek, dolayısıyla alacağım karar iyisiyle kötüsüyle başkalarını etki etmeyeceğinden rahat olabilirim. Komiktir ama yine de alamıyorum... Elim varmıyor... Kafam basmıyor... Bu kadar kesin bi karar almamalıyım gibi geliyor... Neyse yeterince kurcaladım... ne olacaksa olacak... önüne geçemeyecem... Kaderci davranıcam... Sonuçları da ne olursa olsun katlanıcam!!!

Kararsız sevgilerimle,

31 Mart 2009

Güneşi görüp görmemek arasında kaldım...


Sabaha karşı güneşin doğmasıyla gözlerinizin gıdıklaması ne kadar da keyiflidir değil mi? Her ne kadar güneşten kaçıp uykumuza devam etmeye çalışsak da güneşin verdiği keyifli hissi de severek yaşarız. Tıpkı güneşte mahmur mahmur yatan kediler gibi...

Bugün güneşi görüp görmemek arasında sıkıştım kaldım...

Yoğun bi iş gününün ardından, biraz da görev bilinciyle, sinemaya gittik. Vizyona girdiğinden beri olay yaratan "Güneşi gördüm" filmini izledik...

Mahsun Kırmızıgül'ü pek sevmesem de itiraf etmeliyim ki çok başarılı bir filme imza atmış. Türkiye'nin karmakarış mozaği ancak bu kadar güzel anlatılabilinirdi diye düşünürken yakaladım kendimi... Bi tarafta şehit düşen bi genç, diğer tarafta oğlunu kaybetmiş bir aile, aynı dakikalarda 5 kız çoçuğunun ardından nihayet bir erkek çocuğu sahibi olmuş bir babanın sevinci, diğer karede bizim "kırık" olarak adlandırdığımız bir Doğu'lu, hastalanan bi anne, biricik erkek çoçuğunu kaybeden bi baba derken film size bi sürü inişler ve çıkışlar yaşatıyor... Öte yandan da hayatında ilk defa çamaşır makinesi görmüş bi kadınının şaşkınlığı... Göz yaşları sel olurken güldüğünüz bi filmden bahsediyorum...

Filmden çıkarken ise bi paket mendili harcadığınızı, göğüsünüzün sıkışıp, suçluluk duyguları içinde arabanıza binip, alışveriş merkezinin otoparkından çıkıp, sıcacık evinize geliyorsunuz... TV'nizi açıp, Digitürk'ünüzü arzu ettiğiniz kanala ayarlıyorsunuz, izlediklerinizi unutmaya çalışıyorsunuz... Bende öyle yapacam, unutmaya çalışacam...

Bu izlediğim sadece bir filmdi diye düşünürken, yazarları arasında bulunduğum "İmkansız(!) Periler..." Oradaki hayatlar gerçekti, oradaki kız çocukları en az izlediğim filmdeki kadar zorlu yaşamlar sürdürüyordu... Belki de onları birebir tanımamış olsam film beni bu kadar etkilemeyecekti... İlk defa İstanbul'a getirdiğimiz İmkansız Perilerimizden bir tanesi "uzun köprüyü görmek istiyorum" demişti... hepimiz uzun köprü de nedir ki derken Boğaz Köprüsünü kastettiğini anladık ve tabii ki ona uzun köprüyü gösterdik... "Burası düşlediğimden de güzelmiş" diyen kız çocuğumuz hepimizin içinde burukluklar yarattı...

13 yaşında başlık parası için evlendirilen çocukların hiç de uzak olamdığını, onların da güneşin doğuşunu izlemeye haklarının olduğunu, okuyup cahilliklerinden arındırılmış bir yaşam sürmeye ihtiyaçları olduğunu unutmak istemiyorum... Sizin de unutmamanızı diliyorum...

Güzel yaşamlarımızı sürdürdüğümüz her dakika için şükranlık, nefes alabildiğimiz her saniye için mutluluk, yardıma muhtaç insanlara uzattılan her el için merhamet duymamız gerek olduğunu düşünüyorum.

İzlediğim filmi bir şekilde kafamda filtrelemem gerekiyordu, beyinimi biraz boşaltmaya ihtiyacım vardı, canınızı sıktıysam afola...

Güneşin daim olduğu bir yaşam olması dileğiyle...

16.03.2009