3 Haziran 2011 Cuma

Toy Story 3'ün kafası ayrı bi kafa...

Geçenlerde Toy Story 3’ü izledim, uzunca bir süredir izlenmeyi bekleyen filmleri bitirme çalışmasına dahildi.  Film animasyon olması itibariyle her ne kadar başarılı olsa da, bittiğinde bir hüzün sardı beni. Kendimi acaba gerçekten de oyuncaklarımızın canlı olmasa da iç dünyaları var mı diye düşünürken buldum. Sonrasında da acaba bugüne kadar attığım, verdiğim, sakladığım oyuncaklarım bana kırgın ya da kızgın mıdır. Yoksa ‘Revenge of my toys’ yaşadığıma korkmalı mıyım?

Bildiğiniz içim buruldu. Gecenin bir yarısı yatağımın altına tıktığım ayılarımı çıkarıp onları severken, onlarla konuşurken buldum kendimi. Arkadaşlarımın bana sövmeye başladığını duyar gibiyim: ‘Şebo, tam bir ruh hastasısın’ diyorlar sanki. Oyuncaklarımı hala seviyor olmam ruh hastalığı belirtisiyse evet hastayım, bana acil bir doktor tavsiyesinde bulunun.

Annemin bana hep söylediği bir cümle var. ‘Sen hiç büyümeyeceksin, hep çocuk gibi davranıyorsun’ der. Bunun özellikle de oyun oynamaya yeltendiğim zamanlarda söyler. Tam oturmuşum PS3’ün başına kurmuşum oyunu ve ses sistemini, misler gibi oynayacakken annemin ağızından bu sözler işte. Ve sanırım söylediğinde haklı da. Benim bir oyun dünyam var; böyle stres atıyorum, böyle eğleniyorum, böyle olmasından da keyif alıyorum.  

Ama Toy Story’i izledikten sonra (ki diğer 2sini seyrettiğimde hiç böyle şeyler düşünmemiştim) garip bir kafaya girdim. Ya ben evde yokken onlar canlanıyorsa, ya benim onlarla oynamadığım için söyleniyorlarsa. Neyse ki o kafadan hızlıca çıkabildim. Aksi takdirde gerçekten bir doktora görünmem gerekirdi.

Ama peki ya oynamadığım, köşeye ittiğim oyuncaklarımın bazı şeyleri yaşamama neden oluyorsa?!?!?!?

Aman etten püften işler bunlar, en iyisi bi kadeh birşeyler içip kafa dağıtayım biraz ;)

Paylaşmış olmak için paylaştığım bu yazıma da vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder